Bizi Takip Edin

Kültür Sanat

Nazım Hikmet Ran’ın vefatının üzerinden 60 yıl geçti

Yayınlandı

Tarih

Şilili edebiyatçı Pablo Neruda’nın “Nazım’a sahip çıkın. Biz onun yanında şair bile sayılmayız.” dediği şair ve yazar Nazım Hikmet Ran’ın vefatının üzerinden 60 yıl geçti.


Kaleme aldığı dizeleri notalara dökülerek, Cem Karaca, İlhan İrem, Ahmet Kaya, Ruhi Su, Edip Akbayram, Fikret Kızılok, Fuat Saka, Zülfü Livaneli ile Yunan besteci Manos Loizos tarafından yorumlanan Ran, ressam Ayşe Celile Hanım ile Hikmet Bey’in oğlu olarak kimi kaynaklara göre Ocak 1902’de, kimi kaynaklara göre ise Kasım 1901’de Selanik’te doğdu.

Asıl adı Mehmet Nazım olan, edebiyat dünyasında Nazım Hikmet adıyla tanınan usta şair, yaptığı bir açıklamada, yaşamının ilk dönemini, şu sözlerle aktarmıştı:

“Ben 1902 yılında, 20 Ocak’ta Selanik’te doğdum. Dedem valiydi, şiirle ilgilenirdi. Annem ressamdı, birkaç yabancı dil bilirdi. Babam önce elçilik, daha sonra üst düzey memurluk yaptı. İlk şiirimi 13 yaşındayken yazdım. Bir yangını anlatıyordu. Ailem benim harika bir çocuk olduğuma karar vermiş ve şiir yazmamı telkin etmeye başlamıştı. 15 yaşında bahriye okuluna verdiler. Deniz subayı yapmak istiyorlardı beni. Okuduğum sınıf ikiye ayrılmıştı. Bir kısmı sporla, diğeri şiirle uğraşıyordu. Ben şairler tarafına düştüm. Okulda bize tarih ve edebiyat derslerini ünlü Türk şairi Yahya Kemal veriyordu. Kedimi anlatan bir şiir yazmıştım. Yahya Kemal, şiirimi okuduktan sonra kedimi getirmemi söyledi. Tüyleri dökülmüş, çelimsiz bir kediydi. Yahya Kemal o zaman bana, ‘Bu kadar allayıp pullayabildiğine göre, senden kesin şair olur.’ demişti. 16 yaşındayken Yeni Mecmua’da ‘Servilikler’ adlı şiirim yayımlandı. Bu şiir herkes tarafından beğenilmişti. 17 yaşında artık yazdıklarım ciddi ciddi basılıyordu.”

Nazım Hikmet Ran, ilkokulu Göztepe Taş Mektep’te okudu, ardından Mekteb-i Sultani’nin hazırlık sınıfına yazıldı. Ailesinin yaşadığı ekonomik sıkıntı nedeniyle bir yıl sonra okuldan alınan Ran, Nişantaşı Sultanisi’ne kaydedildi.

Nazım Hikmet, ilk şiiri “Feryad-ı Vatan”ı 3 Temmuz 1913’te yazdı. Denizciler için yazdığı “Bir Bahriyelinin Ağzından” şiirinden etkilenen Bahriye Nazırı Cemal Paşa’nın desteğiyle 1917’de girdiği Heybeliada Bahriye Mektebi’ni 1919’da tamamladı.

Sağlık sorunları nedeniyle 1921’de subaylıktan ayrıldı

Başarılı edebiyatçı, Hamidiye kruvazörüne stajyer güverte subayı olarak atandı ancak 1920’de geçirdiği bir hastalık sebebiyle 1921’de sağlık kurulu kararıyla askerlikten çıkarıldı. Bu süreçte edebiyata ilgisini sürdüren Ran, yazdığı şiirleri büyük hayranlık duyduğu Yahya Kemal’e göstererek, eleştirilerini dinledi.

“Bir inilti duydum serviliklerde/ Dedim: Burada da ağlayan var mı? /Yoksa tek başına bu kuytu yerde, /Eski bir sevgiyi anan rüzgar mı? / Gözlere inerken siyah örtüler / Umardım ki artık ölenler güler / Yoksa hayatında sevmiş ölüler / Hala servilerde ağlıyorlar mı?” dizelerinden oluşan ve Yahya Kemal tarafından düzenlenen, “Hala Servilerde Ağlıyorlar mı?” şiiri, 1918’de Yeni Mecmua’da yayımlandı.

Nazım Hikmet Ran, 1920’de Alemdar gazetesinin açtığı şiir yarışmasında birincilik ödülünü kazandı.

İlk dönemlerinde adı “hececi” şairlerle anılan usta kalem, İstanbul’un işgal altında olduğu günlerde, vatan sevgisini yansıtan coşkulu direniş şiirleri yazdı.

Usta şair, Milli Mücadele’ye katılmak üzere 1921’de Faruk Nafiz, Yusuf Ziya ve Vala Nurettin ile Sirkeci’den kalkan Yeni Dünya vapuruna gizlice binerek İnebolu’ya geçti. Bolu’da bir süre öğretmenlik yapan şair, daha sonra Batum üzerinden Moskova’ya giderek, Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesinde (KUTV) okudu.

Batum’da duyduğu ancak sözlerini anlamadığı Rusça bir şiirin şeklinden etkilenen şair Ran, serbest şiire ilgi duymaya başladı. Moskova yolculuğu sırasında yazdığı “Açların Gözbebekleri” şiirinde serbest ölçüyü deneyen Ran’ın bazı şiirleri, 1923’te “Yeni Hayat” ve “Aydınlık” dergilerinde yayımlandı.

Serbest ölçüde Türk şiirinin ilk örneklerine imza attı

Nazım Hikmet Ran, serbest ölçüde Türk şiirinin ilk örneklerini verirken, bir makalesinde şunları kaleme almıştı:

“Kafiyeli, vezinli şiir yazılmaz diyenler de kafiyesiz, vezinsiz şiir yazılmaz diyenler de dar kafalıdır. Şiir öyle de yazılır, böyle de. Ben şimdi bütün şekillerden yararlanıyorum. Halk edebiyatı vezninde de yazıyorum, kafiyeli de yazıyorum. Tersini de yapıyorum. En sade konuşma diliyle kafiyesiz, vezinsiz şiir de yazıyorum. Sevdadan da barıştan da inkılaptan da hayattan da ölümden de sevinçten de kederden de umuttan da umutsuzluktan da söz ediyorum. İnsana has her şeyin şiirime de has olmasını istiyorum. İstiyorum ki okuyucum bende bütün duygularının ifadesini bulabilsin.”

Moskova’dan 1924’te Türkiye’ye dönen Nazım Hikmet, Aydınlık dergisinde yayımlanan şiir ve yazılarından dolayı 15 yıl hapsi istenince yeniden Moskova’ya gitti.

Nazım Hikmet Ran’ın ilk şiir kitabı “Güneşi İçenlerin Türküsü”, 1927’de Bakü’de okuyucuyla buluştu.

Cumhuriyet’in 5’inci yıl dönümü münasebetiyle çıkarılan aftan yararlanmak üzere Temmuz 1928’de Türkiye’ye girerken yakalanan Nazım Hikmet, bir süre tutuklu kaldı.

Usta şair, yazı kadrosuna katıldığı “Resimli Ay” dergisinde bir yandan şiirlerini yayımladı, bir yandan da edebiyatın yerleşmiş değerlerine karşı sert çıkışlar yaptı. Kendisini “sosyalist şair” olarak tanımlayan Ran, sanatın amacı konusundaki tartışmada “Sanat, sanat için değildir.” diyerek toplumcu bir anlayışı benimsediğini ifade etti.

“835 Satır” şiiri, edebiyat çevrelerinde yankı uyandırdı

İstanbul’da 1929’da basılan “835 Satır” şiiri, edebiyat çevrelerinde geniş yankı uyandıran Ran, tam anlamıyla klasik denilemeyecek ama biçimsel bakımdan daha az deneysel bir şiir dili geliştirdi.

Şiirleriyle ilgili açılan pek çok davada beraat eden Ran, 1933’e kadar “gizli örgüt kurmak” suçundan, daha sonra ise “orduyu ve donanmayı isyana teşvik” suçundan tutuklandı ve 28 yıl 4 ay hapis cezasına mahkum edildi.

Nazım Hikmet Ran, 1939’da 17 bin mısradan oluşan “Memleketimden İnsan Manzaraları” adlı eserini yazmaya başladı.

Genel Af Yasası’ndan yararlanarak, 1950’de serbest kalan şaire, Dünya Barış Konseyi tarafından Picasso, Paui Rubeson, Wanda Jakubuurska ve Pablo Neruda’yla birlikte “Uluslararası Barış Ödülü” verildi.

Neruda’nın “Nazım’a sahip çıkın. Biz onun yanında şair bile sayılmayız” dediği şair Ran, serbest kaldıktan sonra askerlik görevine alınacağını öğrenince, öldürüleceği düşüncesiyle Stalin yönetimindeki Sovyetler Birliği’ne gitti.

Ran, 25 Temmuz 1951’de Bakanlar Kurulunca Türk vatandaşlığından çıkarıldı. Aynı yıl şairin oğlu Mehmet dünyaya geldi.

Uluslararası barış kongrelerine katılması ve bu doğrultuda mücadele etmesi nedeniyle de eserleri birçok dile çevrilen Ran, dünyada büyük ün kazandı. Pek çok ülkeye seyahat ederek konferanslara katılan ve şiirlerini okuyan Nazım Hikmet, 3 Haziran 1963’te kalp yetmezliği sonucu Moskova’da hayatını kaybetti.

Eserlerinin büyük çoğunluğu vefatından sonra yayımlandı

Ünlü Fransız yazar ve düşünür Jean Paul Sartre, Nazım Hikmet’in vefatının ardından yaptığı açıklamada, şu ifadeleri kullanmıştı:

“Vefalı dost, yiğit savaşçı, insan düşmanlarının amansız düşmanı, her yerde insana hizmet etmek ama hiçbir şeye kayıtsız kalmak istemiyordu. Bilirdi ki insan yaratılmış bir mahluktur ve asla dünyaya hazır gelmiyor. İnsanın durmadan düşmanla savaşarak kendi kendini yaratması gerekmektedir. Sözün kısası, Nazım Hikmet’in dediği gibi asla uyumamak lazımdır. O asla uyumadı. Önemli olan odur ki, ölüm onun ilk ve son uykusu oldu.”

Yazar Yaşar Kemal ise kaleme aldığı “En Büyük Şairimiz” adlı makalesinde “büyük halk ozanlarının son büyük halkası” dediği Nazım Hikmet için “Türk dili var oldukça Nazım Hikmet de var olacaktır.” ifadelerini kullanmış, ayrıca “Eğer Nazım Hikmet gibi büyük bir yol gösterici gelmeseydi, edebiyatımız bu seviyeye çıkamazdı.” değerlendirmesinde bulunmuştu.

Nazım Hikmet Ran’ın doğumunun 100’üncü yılı dolayısıyla 2002 yılı UNESCO tarafından “Nazım Yılı” ilan edilmişti.

Novodeviçi Mezarlığı’nda toprağa verilen şair, 5 Ocak 2009 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla yeniden Türk vatandaşlığına kabul edildi.

Ran’ın “Dağların Havası” (Osmanlıca), “Güneşi İçenlerin Türküsü”, “835 Satır”, “Sesini Kaybeden Şehir”, “Benerci Kendini Niçin Öldürdü?”, “Taranta Babu’ya Mektuplar” isimli eserleri yaşamı sırasında, “Kurtuluş Savaşı Destanı”, “Rubailer”, “Memleketimden İnsan Manzaraları”, “Cezaevinden Memet Fuat’a Mektuplar”, “Kemal Tahir’e Mapushaneden Mektuplar”, “Kuvayi Milliye”, “Sevdalı Bulut”, “Nazım ile Piraye”, “Hikayeler”, “Piraye’ye Mektuplar”, “Henüz Vakit Varken Gülüm”ün de aralarında bulunduğu çok sayıda eseri ise vefatından sonra yayımlandı.

Eserleri 50’den fazla dile çevrilen şair, cezaevindeyken, İbrahim Sabri ve Mazhar Lütfi takma adlarının yanında imzasız olarak da bazı şiirlerini okuyucuyla buluşturdu, 1949’da ise Ahmet Oğuz Saruhan adıyla “La Fontaine’den Masallar” isimli kitabını çıkarttı.

Akşam, Son Posta ve Tan gazetelerinde “Orhan Selim” takma adıyla fıkra yazarlığı ve başyazarlık yapan Ran’ın yine Orhan Selim imzalı “İt Ürür Kervan Yürür” adlı bir kitabı da bulunuyor.

Oyun yazarı da olan Nazım Hikmet’in, “Kafatası”, “Bir Ölü Evi”, “Unutulan Adam” ve “Ferhat İle Şirin”in de aralarında bulunduğu 22 tiyatro eseri, Türkiye’nin yanı sıra Rusya, Almanya, Macaristan, Polonya ve Çekoslovakya’da sahnelendi.

Okumaya Devam Et
Yorum Yapın

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Kültür Sanat

Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası antik tiyatroda konser verdi

Yayınlandı

Tarih

Editör

Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası, Denizli’nin Pamukkale ilçesindeki Laodikya Antik Kenti’nde yer alan 2 bin 200 yıllık antik tiyatroda sanatseverlerle buluştu.Denizli Valiliği ve Denizli Büyükşehir Belediyesinin ev sahipliğindeki konseri yaklaşık 15 bin kişi dinledi

Denizli Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Zolan, konser öncesi yaptığı konuşmada, Laodikya Batı Tiyatrosu’nun depremler nedeniyle son 1700 yıl atıl vaziyette olduğunu, restorasyonu yapılarak ayağa kaldırıldığını söyledi.

Cumhuriyetin 100. kuruluş yıl dönümünde güzel etkinliklere devam edeceklerini kaydeden Zolan, “Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ümüz 1924 yılında bu orkestramızın ismini kendi bulunduğu makamla özdeşleştirmiş, ismi ‘Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’ olsun demiş. O günden beri o isimle sanatlarını icra ediyor. İnşallah el ele vereceğiz. Cumhuriyetimize en üst seviyede sahip çıkacağız. Atatürk’ümüze her zaman saygıların en üstünde saygı göstermeye devam edeceğiz. Bugün burada hür ve bağımsız yaşıyorsak Atatürk’ümüzün sayesindedir. Bunu hiçbir zaman unutmayacağız.” ifadelerini kullandı.UNESCO Dünya Miras Geçici Listesi’nde yer alan antik kentteki konserde Şef Rengim Gökmen yönetiminde soprano Görkem Ezgi Yıldırım ile tenor Mert Süngü eserler seslendirdi.

Okumaya Devam Et

Kültür Sanat

Yeşilçam’ın kralı: Ayhan Işık

Yayınlandı

Tarih

Editör

“Ayşecik”, “Sezercik”, “Acı Hayat”, “Küçük Hanım” ve “Kanun Namına” adlı yapımların da aralarında bulunduğu unutulmaz birçok Yeşilçam filminde başrol oynayan Ayhan Işık’ın vefatının üzerinden 44 yıl geçti.

Asıl adı Ayhan Işıyan olan sanatçı, 5 Mayıs 1929’da Selanik göçmeni bir ailenin 6. çocuğu olarak İzmir’de dünyaya geldi.

Sanatçı, 1967’de Ses dergisi için kaleme aldığı bir yazıda, yaşam hikayesini şu sözlerle aktarmıştı:

“Altı yaşındayken babasız kaldım. İlkokulu Bomonti’deki 44. Okul’da bitirdim. Ortaokula başladığım günlerde Babıali’ye geldim. Çünkü okula gidebilmek için çalışmak zorundaydım. Gazete ve dergilerde hikaye ve kapak resimleri çizmeye başlamıştım. İlk kazandığım parayı sanki dünmüş gibi hatırlarım; 14 lira. Eve koşup anneme verdiğim bu müjdeyi hiç unutmam. Yaz tatilinde Paşabahçe Şişe ve Cam Fabrikası’nda kırık şişe kontrolörlüğü yaptım. Haftada 25 lira alıyordum. Vapurla gidip gelirken boş durmuyor, mecmuaların ısmarladıkları ve illüstrasyon denilen renkli resimleri çiziyordum. Şirket-i Hayriye’nin 63 numaralı Sütlüce vapuru, sanki benim resim atölyem olmuştu.”

Lisede Mahir İz, Salah Birsel ve Rıfat Ilgaz’ın öğrencisi olan sanatçı, senarist Safa Önal, karikatürist Ferruh Doğan ve ressam, karikatürist Semih Balcıoğlu ile okul arkadaşıydı.

Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun öğrencisiydi

Ayhan Işık bir süre İstanbul Darphanesinde ressamlık yaptı.

İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümünde okurken Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun öğrencisi olan sanatçı, okulda Fikret Otyam, Altan Erbulak, Remzi Raşa, Adnan Varınca, Nedim Günsür, Orhan Peker ve Turan Erol ile de dönem arkadaşıydı.

Sanatçı, akademiye devam ederken, yazı işleri müdürlüğünü Sezai Solelli’nin yaptığı, dönemin tek sinema dergisi olan Yıldız mecmuasına ressam olarak girdi.

Solelli’nin teşvikiyle derginin 1951’de açtığı “Artist” yarışmasına katılan sanatçı, Belgin Doruk ile birinci oldu ve 22 yıl kamera karşısında Doruk ile çalıştı.

Arkadaşlarının Hollywood starı Clark Gable’a benzettiği Ayhan Işık, yarışmadaki derecesinin ardından, Işıyan soyadını “Işık” olarak değiştirdi.

Usta sanatçı, yönetmenliğini ve senaristliğini Münir Hayri Egeli’nin üstlendiği, 1951 yapımı “Yavuz Sultan Selim ve Yeniçeri Hasan” filmindeki yardımcı rolüyle ilk kez beyazperdede gözüktü.

Oyuncuların hakları ve disiplini konusundaki ilkeli tavrıyla örnek oldu

Ömer Lütfi Akad ile de çalışmaya başlayan Işık, Akad’ın Türk sinemasında geçiş dönemini bitiren ve sinemacılar döneminin ilk örneği kabul edilen 1952 yapımı, “Kanun Namına” filmindeki rolüyle büyük beğeni kazandı.

Sanatçı, 1953’te akademiden mezun oldu. Aynı yıl Akad’ın “Katil” ve “Öldüren Şehir” filmlerinde oynayan Işık, 1955’te “Kardeş Kurşunu”, 1970’te ise “İngiliz Kemal Lawrence’e Karşı” filmlerinde rol aldı.

Ayhan Işık, 1957’de Osman Seden’in “Bir Avuç Toprak” filminde oynadı.

Hollywood yapımlarında da oynamak isteyen sanatçı, 1959’da ABD’ye giderek bazı filmlerde küçük roller aldı ve sinema konusunda araştırmalarda bulundu. Türkiye’ye döndükten sonra, setteki oyuncuların hakları ve disiplini konusunda ilkeli bir davranış sergileyen Işık’ın bu duruşu, Türk sinemasındaki birçok yapımcıya örnek oldu.

Edebi eserlerin sinema uyarlamalarında da rol alan sanatçı, Vedat Türkali’nin kaleme aldığı “Otobüs Yolcuları” filmiyle 1961’de yeniden Yeşilçam’a döndü. Sanatçının, aynı yıl Belgin Doruk’la rol aldığı “Küçük Hanım” filmi seyirci tarafından oldukça beğenildi.

Sanatçı, 1965’te Kemal Tahir’in “Namusum İçin”, 1969’da ise Peyami Safa’nın “Cingöz Recai” eserinin film uyarlamasında rol aldı.

Metin Erksan, Ertem Göreç, Halit Refiğ ve Memduh Ün ile de çalışan Işık, sergilediği rollerle birçok ödüle değer görüldü. Başarılı oyuncu, 1954’te Türk Filmleri Festivali’nde, 1962’de Ses dergisinin, 1965’te ise Artist dergisinin açtığı yarışmada “En Başarılı Erkek Oyuncu” seçildi.

Yeşilçam yıldızlarının 1970’lerde sahneye çıkma ve plak doldurma modasına uyan sanatçı, 1972’de Münir Nurettin Selçuk’tan ders alarak, klasik Türk müziği dalında sahne denemeleri yaptı ve 45’lik bir plak doldurdu.

Usta oyuncu, çeşitli reklam filmlerinde de rol aldı, 1975’ten sonra ise oyunculuğun yanı sıra yapımcı, senarist ve yönetmen olarak Türk sinemasına katkıda bulundu.

“Sinemacılık asla modern bir kölelik sistemine dönüşmemelidir”

Ayhan Işık, 1976’da başrolünde yer aldığı ve yönetmen koltuğuna oturduğu “Örgüt” filmini çekti. Aynı yıllarda İtalyan yapımcılarla çektiği ve başrolünü Klaus Kinski ile paylaştığı “La Mano Che Nutre La Morte” ve “Le Amanti Del Mostro” filmlerini yaptı. Bu filmler, İtalya’nın yanı sıra Avrupa’nın bazı ülkelerinde vizyona girdi ancak sansür nedeniyle Türkiye’de seyirciyle buluşmadı.

Yeşilçam’da genellikle tuttuğunu koparan, mert, bıçkın mahalle delikanlısı karakterlerine hayat veren sanatçı, 200’e yakın filmde rol aldı.

İzleyicilerin “Taçsız Kral” ismini taktığı Işık, Türk sinemasında yaşanan sıkıntılara ilişkin yaptığı bir açıklamada, şunları söylemişti:

“1958’de Hollywood’a gittim. Orada yaklaşık bir yıl boyunca bizim mesleğin ne tür kurallara bağlı yürütüldüğünü gözlemledim. Dışarıda film oyuncularına emekleri karşılığında vadeli senetler vermek gibi tuhaf uygulamalar yoktur, çalışma ve dinlenme saatleri titizlikle kontrol altına alınmıştır. Sendika bütün çalışmaları denetler. Piyasada hak ihlali yaratacak işlerin yapılmasına engel olur.

Eğer ki Yeşilçam’ın gelecekte genç insanları acımasızca yiyip yutan dev bir sömürü mekanizmasına dönüşmesini istemiyorsak, ne yapıp edip bir ‘Sinema Kanunu’ çıkartmalı, ciddi bir sendika kurmalı ve bütün personelin, daha mesleğe ilk adımını atar atmaz sigortalandırılması için gereken kanuni baskıyı işverenler üzerinde kurmalıyız. Ben kendi adıma film setlerinin bu ülkede hem oyuncu hem yönetmen hem de diğer teknik elemanlar için birer zulüm çekme yeri değil de profesyonel bir iş sahasına dönüşmesi için elimden her ne gelirse yapacağım. Sinemacılık asla modern bir kölelik sistemine dönüşmemelidir. Sinema bir sanat, sinemacı da bir sanatçıdır. Buna yakışır muamele görmelidir.”

İşine saygılı bir oyuncuydu

Sanatçının, 1970’li yıllarda yazmaya başladığı ve vefatından sonra tefrika halinde yayımlanan “Hayatım” adlı hatırat kitabı ile yazıp, çizdiği “Aşka İnanmıyorum” adlı resimli romanı bulunuyor.

Özel yaşamında gösterdiği özen ve eşine olan sevgisini her fırsatta dile getiren sanatçının, Gülşen Işık ile evliliğinden 1962’de kızı Serap dünyaya geldi.

Eşi Gülşen Işık, TRT Arşiv’de yer alan Haldun Dormen’le gerçekleştirdiği söyleşide şunları anlatmıştı:

“17 yıl evli kaldık. Sinemada yaşadığı problemleri her zaman eve getirirdi. Baştan sona bana anlatırdı. Sonra rahatlar ve uyurdu böylelikle. Ben sabaha kadar uyuyamazdım. Yapımcı olduktan sonra sorunlar daha da fazlalaştı. Yazıhanede gidip, film çektiği zamanlar ona yardım ediyordum. Her film çekiminde sabah 8’den akşam 8’e kadar yazıhanede otururduk. Herkesle ben muhatap olurdum. Yerine göre yumuşak, yerine göre sert biriydi. Çok farklı roller oynadığı için evde de çok farklı hallerde olurdu. Bazen rolünün tesirinde kalırdı.”

Sadri Alışık ile dostluğu

Sadri Alışık ile Ayhan Işık, 1951’de bir film setinde tanışarak, uzun yıllar birlikte çalıştı.

Özellikle “Küçük Hanım” serisiyle dostlukları pekişen ikilinin bağları zaman içerisinde olgunlaşarak, Işık’ın vefatına kadar hiç kopmadı. Türk sinemasında örnek gösterilen dostlukları sonucu ikili, “Yeşilçam’ın Bıçkın Delikanlıları” olarak anıldı. Sadri Alışık Kültür Merkezi tarafından uzun yıllar, Ayhan Işık adına özel ödüller verildi.

“Bir Yudum İnsan-Ayhan Işık” adlı belgeselde, sanatçı Çolpan İlhan, Ayhan Işık için şu değerlendirmede bulunmuştu:

“Bir görünen star Ayhan vardı, bir de dost, arkadaş, sevecen, bize yakın Ayhan Işık vardı. Star Ayhan Işık, starlığın bütün özelliklerini taşıyan ve ondan asla ödün vermeyen, her şeyin en iyisini yapan, her konuda çok dikkatli prensipleri olan ve sinemayı çok seven, mesleğinde en ufak bir taviz vermeden oyunculuğun onurunu her zaman iyi taşımış bir stardı. Bence Türk sinemasında Ayhan Işık bir efsaneydi. Onunla Türk sineması pek çok şey kazanmıştır.”

Ayhan Işık, 13 Haziran 1979’da İstanbul’da Bebek’teki evinin balkonunda istirahat ettiği sırada beyin kanaması geçirdi. Üç gün yoğun bakımda kalan sanatçı, 16 Haziran 1979’da henüz 50 yaşındayken hayatını kaybetti.

Okumaya Devam Et

Kültür Sanat

Çocuklara özel “Yaz Şenliği” 17 Haziran’da AKM’de başlayacak

Yayınlandı

Tarih

Editör

Çocukların sosyal ve sanatsal etkinliklerle buluştuğu Atatürk Kültür Merkezi (AKM) Çocuk Sanat Merkezinde, 17 Haziran’da “Yaz Şenliği” başlayacak.

Çocukların sosyal ve sanatsal etkinliklerle buluştuğu Atatürk Kültür Merkezi (AKM) Çocuk Sanat Merkezinde, 17 Haziran’da “Yaz Şenliği” başlayacak.

AKM’den yapılan açıklamaya göre, atölye, müzik, dans, resim, yaratıcı yazarlık, arkeoloji gibi çeşitli etkinliklerin düzenleneceği şenlik, 3 Temmuz-6 Ağustos’ta AKM’nin diğer alanlarına da yayılacak.

Çocukların kendi yeteneklerini keşfetmeleri ve kendilerini yaratıcı biçimde ifade etmeleri amacıyla şenlikte “Ritim”, “Erken müzik”, “Piyano”, “Keman”, “Resim sevinci”, “Seramik”, “Yaratıcı dans”, “Mini bale”, “Yaratıcı yazarlık atölyesi”, “Hikaye seslendirme atölyesi”, “Tavşan robotum”, “Akordeon takvim”, “Piri Reis ile denizlere yolculuk”, “Karagöz yapımı”, “Parmak kuklası”, “Kayıp Balık Nemo”, “Aya yolculuk”, “Çocuk Arkeologlar Kazıda Atölyesi” ve “Zıpzıp Ahtapot”un da aralarında bulunduğu çok sayıda atölye gerçekleştirilecek.

Detaylı bilgi için “akmistanbul.gov.tr” adresi ziyaret edilebilir.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar